» HAKYOLUNDA OLANLARIN SİTESİNE |Hoş Geldiniz MİSAFİR EDEPLE GELEN HURMETLE GİDER 1 10:31:1929.MRT.24
ANA SAYFA Anasayfan Yap Favorilerine Ekle E Posta Radyo Nebi Dinle Facebookta Paylaş
Ana Sayfa Sohbet Forum Dini Konular Dualar Cüz AL Kose Yazıları Resimler Videolar Sızden Gelenler Sitene Ekle Soru Sorun
[ MESAJ İLET() · YENİ EKLENENLER · UYELERİMİZ · FORUM KURALLARI · SİTEDE ARA · RSS ]

  • Page 1 of 1
  • 1
HAKKIN YOLUNDAYIZ » İSLAMİ KONULAR » DINI KONULAR » AHIRET GUNUNE IMAN

AHIRET GUNUNE IMAN
mucahit Tarıh: CUMA, 12.MRT.10, 00:18:59 | Mesaj # 1
BUYUK PATRON
GRUP: ADMIN
MESAJ: 159
DERECE: 100
STATU: OFLINE
ÂHİRET GÜNÜNE İMAN

Âhiret Günü Ne Demektir?
Âhiret gün, bu dünyanın ömrü tükendikten sonra yeniden başlayacak ve sonsuza kadar devam edecek olan zamandır. Bu zamanın başlangıcı, kıyamet dediğimiz dünya hayatının sonudur.

Âhiret Gününde Olacak İşler Nelerdir?
İnsanların yeniden dirilmeleri (haşir), hesap, sual, mîzan, sırat köprüsünden geçiş, cennet ve cehenneme giriş, bunların hepsi âhiret günü olacak, insanın başına gelecek işlerdir.

Âhiret Gününe İman Ne Demektir?
Kıyâmetin kopmasından sonra başlıyacak zamana âhiret günü dendiğine göre, âhirete îman; her şey gibi dünyanın da ömrünün biteceğine, sonra bir başka şekle gireceğine, insanların tekrar dirilip kabirlerinden kalkacağına, dünyada yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerine, amel defterlerinin ellerine verileceğine, sırat köprüsünden geçileceğine, iyilerin cennete, kötülerin cehenneme gireceğine inanmak demektir.

Âhiret Gününe İmanın İnsan Hayatı Üzerindeki Te'sirleri Nelerdir?
Âhiret gününe ve bu günde olacak hâdiselere inanmanın, îman esasları içinde hususî ve mühim bir yeri vardır. Kur'an-ı Kerîm'de îman esasları çok defa "Allah'a ve âhiret gününe îman" olarak özetlenir.

Allah'ın kudret ve irâdesi ile yaratılan insan, bu dünyada az veya çok yaşadıktan sonra ölecek, bedeni çürüyerek toprak olacaktır. Fakat insanın cevherini, hakikî varlığını ve üstün cihetini teşkîl eden ruh, maddî olmadığı için yaşamaya devam edecektir.

İnsanı ilk defa yoktan vâr eden Allah, onun cismini kıyâmet günü tekrar yaratacak, ruhunu ona döndürerek tekrar diriltecek, bu dünyada yaptıklarından hesaba çekip ceza ve mükâfatını verecektir.

Onun için insanın, dünya hayatına inandığı ve oradaki saadetine çalıştığı gibi, âhiret hayatına da inanması ve oradaki mutluluğu için de çalışması gerekir. Aslında bu dünya bir deneme yeri, bir imtihan salonu ve âhiretin ekin mahallidir. Burada ne ekilirse, orada o biçilecektir. Bu sebeble âhiret hayatı, dünya hayatının gayesidir. İnsan dünyası için çalıştığı gibi, ebedî hayat yeri olan âhireti için, oradaki saadet ve mutluluğu için de çalışmalıdır.

Bu ise onun âhirete inanarak Allah'ın emirlerine uyması, yasaklarından kaçması, hayırlı işleri yapması, böylece Rabbinin rızasını kazanması, yani, tam bir İslâmî hayat yaşaması ile mümkündür.

Peygamberimiz bu bakımdan "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın hemen ölecekmiş gibi âhiret için çalışınız" buyurmuştur.

Âhirete îmanın önemini bu şekilde belirttikten sonra, insan hayatı üzerindeki te'sirlerini de şu şekilde özetleyebiliriz:

Yüce Allah'a ve ebediyet ülkesi ahirete îman, insanların ümidlerini yenilemek, acılarını hafifletmek ve karşılaştığı zorlukları yenmekte en büyük yardımcıdır.

Çünkü böyle bir îmana sâhip olan bir kimse, bütün musibetlere sabırla karşılık verir, başına gelen felâketler karşısında ümidsizliğe düşmeden, o engelleri aşmaya şevkle ve ümidle çalışır.

Âhirete îman, insanı iki güzel vasfa sâhip kılar:

1. Bollukta, verdiği nimetler için Allah'a şükretmek,

2. Darlıkta ise, hâline sabretmek ve Rabbine isyân etmemek...

Allah'a ve âhirete îman, insanı daima iyilik ve hayır işlemeye, şerden ve kötülüklerden kaçınmaya, ahlâk ve fazilet ile zinetlenmeye, Allah'tan korkarak her işinde O'nun koyduğu İlâhî ölçülere uymaya da sevkeder.

Böyle bir îman sâhibi, hiçbir işinde doğruluktan ayrılmaz. Her şey'i zamanında ve eksiksiz yapar. Nefsine, ailesine, çevresine, vatan ve milletine, hattâ insanlığa karşı dürüst hareket eder. Onlara samimî olarak sevgi ve şefkat göstermeyi, faydalı olmayı, hizmet edebilmeyi kendine hayat düsturu bilir.

Hak ve adaletten de ayrılmaz, kimseye zulmetmez. Zengin olmak istese, kötü yollara sapmaz, hile yapmaz, kimseyi aldatmaz. Malını daima hayırlı ve faydalı işlere sarfeder. Kendi hakkını bilir, başkalarının da hukukunu gözetir. Fakir ve düşkünlere yardım elini uzatmaktan zevk duyar. Kendisi için sevdiğini mü'min kardeşi için de sever. Çünkü o, ceza ve mükâfat günü olan âhirete kesin olarak inanmakta, bu dünyada yapılan işlerin orada hesabının verileceğini bilmekte, her hareketini bu esasa göre ayarlamaktadır. Bu esas, ferd ve cem'iyetin hayatını düzenleyen, sulh ve huzuru te'min eden çok önemli bir faktördür.

Kıyâmet Nedir?
Her şey'in bir ölümü olduğu gibi, dünyanın da bir ölümü vardır. Er veya geç, bir gün mutlaka bu dünyanın, yer ve göklerin düzeni bozulacak, yerde ve gökte olanlar hep ölecektir. İşte buna Kıyâmet denir.

Allah'ın emri ile İsrâfil (as) Sûr'a üfleyince yer ve gök yerinden oynayacak, herşey altüst olacaktır. Kıyâmetin zelzelesi öyle dehşet ve korku verici olacaktır ki, o gün herkes kendinden geçecek, sersemleyecek, yer yerinden oynayacaktır. Dağlar pamuk gibi atılacak, göktekiler darmadağın olacak, dünyayı ışığı ile aydınlatan güneş kararıp dökülecek, denizler kaynayıp birbirine karışacak, yerlerin altındakiler hep açığa çıkacak, kısacası, yerlerin ve göklerin düzeni tamamıyla bozulup herşey harâb olacaktır.

Kıyâmetin kopacağı, bütün dinlerin ve semavî kitabların beyanları ile sâbit olduğu gibi, aklen ve ilmen dahi sâbittir. Bugün dünyanın ve kâinatın yıkılıp harâb olması hususunda pek çok ilmî teoriler ortaya konulmuş, kesin hesaplarla er veya geç bir gün kâinatın sonu geleceği ve kıyâmetin kopacağı ispatlanmıştır. Bunlardan bir tanesine temas edelim:

Fizikçiler ve astronomlar, kâinatın entropisinin devamlı arttığını bildiriyorlar. Hareket olan yerde, çevrenin entropisi artar. Bu artış bir maksimumdan geçer ve nihayet artış miktarı sıfır olur. İşte o anda, bütün hareket durur. Bu ise kâinatın sonu demektir.

Öldükten Sonra Dirilme Ne Demektir?
Kıyâmet koptuktan sonra her şey yok olacak, hiçbir canlı kalmayacak, yalnız Allah bâki kalacaktır. Bu yokluk bir müddet devam ettikten sonra, Allah, İsrâfil'e Sûr'a ikinci defa üflemesini emredecek; Sûr'a üfürülmesini müteâkip de insanların cisim ve bedenlerini yeniden yaratıp ruhları o bedenlere geri gönderecek, böylece ölüleri ihya edip diriltmiş olacaktır.

Bütün semavî dinler, bu inanç esasında müttefiktirler. Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Kendi yaratılışını unutup, 'bu çürümüş kemikleri kim diriltecek', diyerek bize misal getirene de ki: 'Onu birinci defa kim yoktan vâr etti ise, işte yine O diriltecektir." (Yâ-sîn: 78-79).

Bu âyet, dirilmenin mümkün, hattâ ilk yaratılışa göre daha kolay olduğunu anlatmaktadır.

Şu âyetler de aynı mânâyı te'yid etmektedir:

"Biz ilk yaratışta acz mi gösterdik ki, ikinci yaratışta acze düşelim? Hayır, onlar yeni yaratılıştan şübhe içindedirler."
"Bir de şöyle dediler: 'Biz, kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi, gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz.' (Ey Resûlüm onlara) söyle; 'İster taş, ister demir olsun, yahut gönlünüzde büyüyen (dağlar ve gökler gibi kuvvetli) herhangi bir yaratık olsun, muhakkak öldürülecek ve dirileceksiniz'. Onlar şöyle diyeceklerdir: 'O halde, öldükten sonra bizi kim diriltip geri çevirecek?' Sen de ki: 'Sizi ilk defa yaratmış olan kudret sâhibi Allah diriltecek...'" (İsrâ: 49-51).

"Onlar: 'Allah ölen kimseyi diriltemez' diye en kuvvetli yeminlerle Allah'a yemîn ettiler. Hayır, bu ölüleri diriltmek Allah üzerine gerçekleşen bir vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Nahl: 38)

"Yağmur rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen O Allah'tır. Nihayet bu rüzgârlar buhar ile yüklü, ağır ağır bulutları yüklendiği zaman, bakarsın ki biz, onları ölmüş (kurumuş) memleketere sevketmişizdir. Böylece o bulutla, o yere su indiririz de o su ile her çeşit meyveleri çıkarırız. İşte bu ölü araziden bitkileri (nebatatı) çıkardığımız gibi, ölüleri de böyle çıkaracağız (dirilteceğiz). Gerektir ki, düşünür ve ibret alırsınız" (A'râf: 57).

Kur'an'da haşirden bahseden âyetler, hep şu husus üzerinde dururlar: "Yoktan vâr etmeye, koskoca kâinatı yaratmaya ve kuruyan ölü toprağı canlandırıp yeşertmeye kadir olan Hak Teâlâ, hiç şübhesiz ölerek toprak olan insan bedenini de yeniden diriltmeye, ruhunu bedenine iade etmeye kadirdir."

Görüldüğü gibi, Kur'an'da haşirden bahseden âyetlerde esas maksad, haşrin nasıl olacağını izah etmek değil, haşrin mümkün olacağını isbattır. åyetlerde haşrin nasıl olacağının sarih olarak zikredilmemesi, Kelâm ve İlâhiyat âlimleri arasında fikir ayrılıklarına yol açmıştır. Münâkaşa, bilhassa haşrin sadece ruhen mi olacağı, yoksa cismanî yani ruh ve beden birlikte mi gerçekleşeceği hususu üzerinde toplanmaktadır.

Ehl-i Sünnet îtikadı, haşrin cismanî olacağı üzerindedir. Haşrin cismânî oluş hikmeti şu şekilde îzah edilmiştir:

"Cisim dediğimiz madde, kendi âleminde yeknesak (monoton) bir durumda değildir. Biz, uzayda yer kaplayan ve ağırlığı olan her şey'e madde diyoruz, ama havaya göre su, suya göre de toprak daha sert ve daha katı bir cisimdir. Seyyareler arasını ve bütün uzayı dolduran, eskilerin havadan daha lâtif bir cisim olduğuna inandıkları ve esir dedikleri şey, eğer bir madde ise (çünkü esirin bir takım enerji dalgaları olduğu söyleniyor) hava buna göre çok katı bir cisim sayılır. Bütün madde cinsleri arasında çeşitli madenlerden meydana gelmiş olan toprak, Allah'ın Kudret, Hâlikıyet ve Rubûbiyet sırrına hepsinden fazla mazhar olmuştur. Bitkilerin hayatına menşe' olan toprak, Allah'ın en üstün mahlûku olan insan hayatına da sahne olmuştur. Böylece toprak, kendinden daha lâtif olan sâir madde cinslerinden daha çok İlâhî lütfa ermiştir. Yani, maddenin en katısı, en üstün durumdadır.

İnsanın mânevî hayata yükselmesine yardım eden duyu organları da maddî unsurlardır. Gözünü kaybeden, şekil ve renklerin güzelliğinden, kulağı işitmeyen de ses ve nağmelerdeki âhengin zevkinden mahrum kalacaktır. Güzel kokudan alınan tad, güzel sesten alınan tada göre daha maddî, yemek ve içmekten alınan lezzet de şekil ve renklerden aldığımız hazza göre daha maddî sayılır. Duyu organlarının sağlam ve sıhhatli olması, düşünceye güzel ve işe yarar malzeme hazırlar. Hasta duyular yanlış idrâklere, yanlış idrâkler de hatâlı düşüncelere yol açarlar. Sağlam ve sıhhatli bir düşünce, mânevî hayatın temel unsurlarından biridir. Görüldüğü gibi insanın mânevî hayata yükselebilmesi, maddî duyulardaki kuvvet ve hassasiyete bağlı kalmaktadır. İnsanın maddî duyulardan ve kuvvetlerden tecrîd edilmesi, onun mânevî hayatta sür'atle yükselmesini te'min edecek yerde, mânevî hayata geçişi tamamen imkânsız kılmaktadır. İnsan vücudu, ruhu Allah'a götürecek bir enerji deposudur ve maddîdir. Bu sebeble de, maddenin ruha zıd ve düşman bir şey olmayıp, ona zemin hazırlayıp destekleyen ve tamamlayan bir vasat olduğunu söyleyebiliriz. åhiret hayatının cismen de mümkün olduğunu gösteren canlı misaller vardır. Bu dünya hayatı, ruh ile cismin müşterek bir hayatı değil midir?"

(Emin Işık, Kur'an'ın Getirdiği).

İnsan Ölünce Vücudunun Çürüyüp Toprak Olduğunu Biliyoruz. O Hâlde Cismanî Haşir Nasıl Gerçekleşecektir?
Bu hususta Peygamber Efendimiz şu açıklamayı yapmışlardır:

"Bütün ådemoğullarını toprak yiyecektir. Ancak insanın "acbüzzeneb" denilen uzvu bundan müstesnadır. İnsanoğlu ondan yaratılmıştır, yine ondan terkip olunarak vücûda gelecektir."

Hadîsin ifadesine göre, her insanda acbüzzeneb denen çürüyüp kaybolmayan temel bir parçacık vardır. O parçacık, tıpkı çekirdek ve tohum gibidir. Ağaç nasıl çekirdek üzerine inşa ediliyorsa, insan vücudu da acbüzzeneb tohumu üzerine inşa edilecektir. Bu ilk yaratılışta böyle olduğu gibi, diriltilişte de böyle olacaktır. Acbüzzeneb üzerine terekküb eden insan bedenine ruh iade edilecek, böylece o insan, ruh ve cesediyle birlikte diriltilmiş, yeniden yaratılmış olacaktır. Bu hususu, Bediüzzaman şu şekilde ifade etmiştir:

"Nebâtâtın tohumları gibi acbü'z-zeneb denilen bir kısım zerreler, insanın tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insanî, neşv ü nemâ ile teşekkül eder." (İşârâtü'l-İ'câz).

Mahşer Nedir?
Mahşer, dirilen insanların kabirlerinden kalkıp toplanacakları yerdir. İnsanlar bu meydanda sual ve cevaba çekilecek, amel defterleri kendilerine verilecek, amelleri mizana vurulup tartıldıktan sonra Sırat denilen ince bir köprüden geçilecek, neticede ya Cennete veya Cehenneme girilecektir.
Hesab Nedir?
İnsanların dirildikten sonra, dünyada yaptıklarının hesabını Allah'a vermeleri, bu hususta sorgu ve suale çekilmeleri demektir.

Her insan iyi olsun, kötü olsun dünyada yaptığı her şey'i ikrar ve itiraf edecektir. El, ayak, göz, kulak gibi bütün organlar "ben şunu yaptım, ben bunu yaptım" diyecek; yapılan her iş ortaya dökülecektir. İşte o zaman herkes kendi derdine düşecek, kimsede kimseyi düşünecek hâl kalmayacaktır.

Defter-i A'mâl Nedir?
Her insanın dünyada yaptığı iyi veya kötü işlerin yazıldığı defterdir. İnsanda Kirâmen Kâtibîn adı verilen iki melek bu işle görevlidir. Mahşer günü hesaba çekilirken meleklerin yazdıkları bu defterler, insanın eline verilecektir. "Al, kitâbını oku" denecektir. Eğer defterde kötü ameller çoksa, defter, sâhibinin sol eline; eğer iyi ameller çoksa, sağ eline verilecektir. Defteri kendisine soldan verilen büyük bir feryâd ve figan koparıp dehşetli bir pişmanlık içine düşerken, sağ eline alanlar da, büyük bir sevinç ve mutluluk duyacaktır.

Mizan Nedir?
Mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsüdür. Bununla amellerin iyilik ve kötülük miktarı ölçülür.

Cenâb-ı Hak Mizan'da amelleri tarttığı zaman iyiliklerin kötülüklere, sevabların günahlara galibiyeti veya mağlûbiyetine göre hüküm verecektir. Hem kötülük ve günahların sebebleri çok, yapılmaları kolay olduğu için, bâzan kulunun razı olduğu iyi bir amelinden dolayı, çok kötülük ve günahlarını afvedecektir... Bu hususta Peygamberimizden pek çok hadîs-i şerîf rivayet edilmiştir. Bunlardan biri de şudur:

"Birisi Mekke yolunda giderken ansızın susuzluğu artar. Hemen yol üstünde rastladığı bir kuyuya iner, suyundan kana kana içerek tekrar yukarı çıkar. Kuyu başında bir köpek ile karşılaşır. Hayvan susuzluktan dilini çıkarıp solumakta, toprağın rutubetli kısımlarını yalamaktadır. Bu yolcu kendi kendine, 'Bana erişen susuzluk gibi, bu hayvana da susuzluk ârız olmuş; su bulamazsa ölecek zavallı,' diye düşünür ve hayvana acır. Kuyuya tekrar iner, ayakkabısının içine su doldurur. İçi su dolu ayakkabıyı ağzıyla tutarak kuyudan dışarı çıkarır. Suyu böylece köpeğe içirir.

İşte onun bu iyi hareketinden dolayı, Allah o kulundan razı olmuş, onu meleklerine karşı medhetmiş ve bütün günahlarını bağışlayarak Cennetine koymuştur..."

Bâzı rivâyetlerde, köpeğe su veren kimsenin, "fâhişe" bir kadın olduğu da kayıtlıdır.

Mü'minler, birbirleriyle olan münasebet ve muamelelerinde, Allah'ın Mizan-ı Ekber'deki bu adalet düsturuna uygun hareket etmelidir.

Eğer bir adamın iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten fazla gelse, o adamın sevgi ve hürmete lâyık olduğu unutulmamalıdır.

Sırat Nedir?
Cehennem üzerine kurulmuş, üzerinden geçilmesi pek zor bulunan bir köprüdür. Bu köprüden, herkes işlediği iyi amellerin çokluğuna ve îmanının kuvvet ve nuruna göre geçer.

Kâfirler ve kötü amel sahibi mü'minler, bu köprüyü geçemeyip Cehennem'in içine düşeceklerdir. Kâfirler orada ebedî olarak kalırken, günahkâr mü'minler ise, cezalarını çekip tekrar Cennet'e gireceklerdir. Peygamberimiz bu hususu şu şekilde ifade buyurmuşlardır:

"Sırat köprüsünü geçmek, herkesin îman nuruna bağlıdır. Kimi göz açıp yumuncaya kadar, kimisi şimşek, kimisi bulut, kimisi yıldız akması, kimisi koşu meydanında seğirten at gibi sırat köprüsünü geçerler."

Cennet Nedir?
Hâtır ve hayâle gelmeyen maddî ve mânevî nimetlerle dolu olan ve el'an mevcut bulunan, 8 tabakaya ayrılmış ebedî bir mükâfat yeridir. Mü'minler Cennette pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Bu nimetlerin en büyüğü Cenâb-ı Hakk'ı görmek ve cemâlini seyretmek nimeti olacaktır. Bu nimetin cennetteki diğer bütün nimetlerden daha tatlı, kıymetli ve zevkli olduğu rivayetlerde gelmiştir.

Cehennem Nedir?
Bütünüyle kâfirler için yaratılmış, muvakkaten günahkâr mü'minlerin de içine gireceği, 7 tabakaya ayrılmış sonsuz azab yeridir.

"Her dinde mükâfat ve mücâzat fikri vardır. Cennet ve Cehennem hakikatı, bu fikrin müşahhas şekilde ifadesidir. Zira din, insanlar içindir. Mükâfat ve mücâzat ise, insanın hamurunda var olan birer histir. İnsan gönlünden, bu hisleri kazıyıp atmak mümkün değildir. Kudret eli insanı, hazzı sever ve elemden kaçar tıynette yaratmıştır. Mükâfat insandaki hazzı arama meylinin, mücâzat da elemden kaçma yaratılışının cevabıdır.

Kaldı ki dindarların yüksek tabakaları, dinî vazifelerini yerine getirirken asla mükâfat ve mücâzat kaygısı içinde değildirler. Yüksek seviyeli bir dindar için, iyilik ve adalet, Allah'ın emridir. Bunu yerine getirmek ise, sırf kulun Hâlikına kulluk vazifesidir. Zulüm ve kötülük de, Allah'ın yasak ettiği hareketlerdir. Bunlardan kaçınmak da yine kulluk vazifesidir. Yüksek seviyeli dindar; zâhid ve müttekîdir, ibâdetlerini sırf livechillâh yapar. Kıldığı namazın, tuttuğu orucun, verdiği sadakanın mükâfatını beklemez ve bunu aklına bile getirmez.

Fakat bu zühd ve takvâ derecesi herkesten beklenemez. Dindarların kalabalık kitlesini teşkil eden halk tabakaları için, mükâfat ve mücâzat fikri zarurîdir. Çünkü bu fikir, yaratılışta mevcut derin bir his hâlinde insanın hamurunda vardır. İnsan, tıynet ve tabiatı itibariyle mükâfata meyleder ve mücâzattan kaçar. Dindeki Cennet ve Cehennem akîdesi insanoğlunun bu fıtrî yapısına cevab verir." (Ali Fuad Başgil)

"Cennet ve Cehennem, şecere-i hilkatten ebede doğru uzanıp giden iki daldan tezahür eden iki semeredir ve kâinatın teselsülen gelmekte olan silsilelerinin iki neticesidir ve ebede doğru akıp giden kâinat seylinin iki mahzeni ve iki havuzudur. Evet, Cenâb-ı Hak, gayr-ı mütenâhî hikmetler için bu âlemi imtihana sahne yaptı; yine sonsuz hikmetler için tegayyürata, tehavvülâta, inkılâblara mahal olmasını irâde etti; ve yine, hayır ile şerri, nef' ile zararı, hüsün ile kubhu, hulâsa, iyilikle kötülüğü karışık bir şekilde Cennet ve Cehenneme tohum olmak üzere kâinatın şu mezraasına serpti.

Evet, madem ki bu âlem, nev'-i beşerin imtihan meydanıdır ve müsâbaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden tefrik edilemiyecek derecede muhtelit ve karışık olmaları lâzımdır ki, insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar:

"Ey mücrimler! (günahkârlar) Bir tarafa çekiliniz." (Yâsîn: 59) diye olan tüy ürpertici, sâikavâri, şiddetli emr-i İlâhîye mâruz kalacakları gibi; iyi insanlar da

"Dâimî kalmak üzere Cennete giriniz" (Zümer: 73) diye olan Cenâb-ı Hakkın mün'imâne, şefîkane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır. İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri, zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennemin; iyiliği, hayrı, nef'i doğuran maddelerin de diğer tarafa çekilmesiyle Cennetin techizatları ikmâl edilecektir."

(Bediüzzaman, İşârâtü'l-İ'câz, 159 - 160)

Havz-ı Kevser Nedir?
Mahşer günü Allah Teâlâ'nın Peygamberimize ihsan buyurduğu gayet büyük bir havuzdur. Suyu pek tatlı, berrak, ferahlatıcıdır. Sâlih mü'minler bu sudan içecek, mahşerin dehşetinden meydana gelen hararetlerini bununla gidereceklerdir.

Şefâat Nedir?
Âhiret günü bir kısım günahkâr mü'minlerin afvedilmesi ve itâatli mü'minlerin de daha yüksek mertebelere ermeleri için, Peygamberimizin ve diğer büyük zâtların Allah Teâlâ'dan niyâz ve istirhamda bulunmalarıdır.

Peygamberimiz (asm), sair peygamberlere verilmemiş büyük bir şefâatin sâhibidir. Bu büyük şefâatini, Mahşer günü insanlara ait muhakeme ve muhasebenin bir an evvel yapılıp insanların mahşerin dehşetinden bir an önce kurtulmalarını te'min yolunda kullanacaktır.

Onun bu şefâatine "Şefâat-i uzma" denir. Ve Peygamberimizin hâiz olduğu bu büyük imtiyaz ve yüksek şefâat makamına ise, "Makam-ı Mahmûd" adı verilir.

Peygamberimizin (asm) bütün insanlığı alâkadar eden bu büyük şefâatinden ayrı, ümmeti hakkında hususî şefâatleri de olacaktır.

 
HAKKIN YOLUNDAYIZ » İSLAMİ KONULAR » DINI KONULAR » AHIRET GUNUNE IMAN
  • Page 1 of 1
  • 1
Search:

 

Tasarım Mucahit CANAN HAKYOLUNDA YÖNETİMİ