1.gif 2.gif //hakyolunda.ucoz.com/7.gif
|
ANA SAYFA
Facebookta Paylaş
|
| |
| | |
"İnsanların hesap(görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar. " (ENBIYA/1)
| *SAAT |
|
| |
| *HAKYOLUNDA MENU
| | |
| DESTEK OLUNUZ |
|
|
| | |
| *PEYGAMBERİMİZ* |
| |
| | |
| *SİTEDE OLANLAR* |

*

TOPLAM ONLINE: 1
MISAFIR: 1
ONLINE UYELER: 0
*

| | |
| *GAZETELER * |
|

|
| | |
| *KURANI KERİM* |
| »114 Hafiz
»Al Azzawi
»Abdul Samed
» Abdulaziz Ahmad
»Ali Jaabir
»Al Juhanee
»Abdullaah Basfar
»A.Bukhaatir
»Al Shatery
»Ahmed Al Ajmi
»Ali Huzeyfi
»Al Sudais
» Fatih Collak
»ilhan Tok
»Shuraym
»Kabe imamlari
»Medine imamlari
»Minsevi Mealli
»M-Jibreel
»Mustafa ismael
»Hamdi DöNDüReN
»Al Afaasee
»Saad Al-ghamdi
»H.K.deniz Sureli
»Ali Huzeyfi Mealli
»M-Taraweeh
»S.Zayn Yaaseen
»Al Hosary
»Fares Abbad
»Aziz Alili
»Hani Rifai
»Hamad Sinan
»Sacit Onan Meal
»Al-Thobaity
»Abdullah Khayyat
»Al-Qasim
»Adel Al Kalbani
|
| | |
|

*HABEŞİSTANA HİCRET*

|
|
Habeşistan'a Hicret

(Bi 'setin 5. senesi Receb ayı / Milâdî 615)

Müşriklerin her gün biraz daha şiddetini artıran eziyet, hakaret ve işkenceleri neticesinde Mekke, Müslümanlar için yaşanmaz bir şehir hâline gelmişti! Günden güne artan bu eza ve cefalar, dinî ibâdetlerini de gönül rahatlığı içinde yapma imkânını ellerinden almıştı!

Müşriklerin, bu gaddarca ve merhametsizce davranışlarından kolay kolay vazgeçmeye de niyetleri yoktu.

Bunun için Resûli Ekrem Efendimiz, bir gün Müslümanlara, "Siz, bari yeryüzüne dağılın! Allah Teâla sizi yine bir araya getirir." dedi.

Sahabîler, "Yâ Resûlallah! Nereye gidelim?" diye sorunca da, eliyle Habeşistan'ın bulunduğu tarafı işaret ederek, "Siz Habeş ülkesine gitseniz iyi olur! Habeş Hükümdarının yanında hiç kimse zulme uğramaz. Orası doğruluk yurdudur. Umulur ki, Allah, sizi orada ferahlığa kavuşturur." buyurdu.

Resûli Kibriya'nın bu müsaade ve tavsiyeleri üzerine ilk olarak 10'u erkek 5'i kadın 15 kişilik bir Müslüman kafilesi, "dinlerini ve inançlarını korumak" mukaddes gayesiyle yerlerini, yurtlarını, bağ ve bahçelerini, anne ve babalarını, akraba ve komşularını terkederek, yabancı bir diyara doğru gizlece yola koyuldular. Kızıldeniz yoluyla Habeşistan'a varan ve Habeş Necâşîsi tarafından gayet müsbet karşılanan, İslâm'da ilk hicret kafilesini şu zâtlar teşkil ediyordu:

Hz. Osman ve hanımı Hz. Rukiyye, Zübeyr b. Avvam,

Ebû Huzeyfe b. Utbe ve hanımı Sehle,

Mus'ab b. Umeyr,

Abdurrahmân b. Avf,

Ebû Seleme ve ailesi Ümmü Seleme,

Osman b. Maz'un (kafile reisi),

Amir b. Rabia ve ailesi Leylâ,

Süheyl b. Beydâ,

Ebû Sebre b. Ebî Rühm ve hanımı Ümmü Külsüm.272

Hz. Osman, zevcesi Hz. Rukiyye'yi yanına alıp herkesten önce yola çıkmıştı. Bunu haber alan Efendimiz, "Lût Peygamber'den sonra ailesini yanına alıp Allah yolunda hicret eden ilk insan, Osman'dır."273 buyurdu.

Nebîyyi Ekrem Efendimizin Habeşistan'ı tercih edişi, birkaç sebebe dayanıyordu: Her şeyden evvel, orası Mekkeliler tarafından gayet iyi bilinen bir yerdi. Zîra, bu ülkeyle eskiden beri ticarî münâsebetleri vardı. Habeş Necâşîsinin âdil bir hükümdar oluşu, bu ülkenin tercih edilmesine ikinci bir sebepti. Adaletiyle şöhret bulmuş Necâşî, elbette bu mazlum zümreye haksızlık etmeyecekti. Bir diğer sebep olarak da, Habeşistan halkının Ehli Kitap oluşları, Hıristiyan dinine mensup bulunmaları olarak zikredilebilir. Ehli Kitap oluşları sebebiyle, şüphesiz, Müslümanlara karşı tavır ve davranışları, müşriklerin Ehli İslâm'a karşı hareket ve davranışlarından farklı olacaktı!

Nitekim, Mekke'yi sessiz sedasız terkeden adı geçen sahabîler, Habeş Necâşîsi ve halkı tarafından gerçekten çok güzel karşılandılar. Buraya yerleştikten sonra da, ibâdetlerini îfa, dinî inançlarını yaşama hususunda herhangi bir engel ve zorluk ile karşılaşmadılar. Bu hususu, bizzat hicret eden Müslümanlar, "Biz burada hayırlı bir komşuluk, dinimize dokunulmazlık gördük. İnciltilmedik. Hoşlanmadığımız bir söz de duymadık. Huzur içinde Rabbimize ibâdet ettik."274 diyerek ifade etmişlerdir.

Gerçekten, Resûli Ekrem Efendimiz tarafından bir başka ülkenin değil de, Habeşistan'ın hicret ülkesi olarak seçilişi, dikkat çekicidir. Bir müşrik ve putperest ile bir Müslümanın hiçbir zaman ruhen kaynaşması mümkün değildir; ama ikisi de Ehli Kitap olan bir Müslüman ile bir Hıristiyanın—hiç olmazsa "İnanç" noktasında bazı müşterekleri bulunduğundan— anlaşmaları mümkün olabilir. Nitekim, Habeşistan halkının Müslümanlara karşı nâzik tavrı ve dinî vazifelerini yerine getirmede gayet müsamahalı davranmaları, bu gerçeği doğrular!

Bütün bunlarla birlikte, bu hicret hâdisesi, çok daha mühim bazı müsbet neticelerin doğmasına sebep oldu. Bu sayede, İslâmiyet, etraftan da duyuldu. Hicret hâdisesinin arkasında bu yüksek gayenin bulunuşundan dolayıdır ki, müşrikler, göç eden bu bir avuç Müslümanın Habeşistan'a sığınmalarından endişe duydular ve telâşa kapıldılar. Bu uzak diyarda dahi onları rahat bırakmak istemediler.

İKİNCİ MÜSLÜMAN KAFİLESİ HABEŞİSTAN'A HİCRET EDİYOR!

(Bi'setin 7. senesi/Milâdî616)

Habeşistan'a hicret eden ilk Müslüman kafilesi, daha önce de belirttiğimiz gibi, ülkenin hükümdarı tarafından iyi karşılanmış, dinî ibâdetlerini serbestçe ve gönül huzuru içinde îfa edebilme imkânına kavuşmuşlardı.

Bu durumu haber alan Resûli Ekrem Efendimiz, Mekke'de kalan Müslümanlara da Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye buyurdu.

Resûli Ekrem'in amcası Ebû Tâlib'in oğlu Hz. Cafer'in başkanlığında Habeş ülkesine doğru yola çıkan ikinci kafile, önceki kafileden daha kalabalıktı. Onu kadın 92 kişilik bu topluluk da sağ salim, sırf dinlerini emniyet altına almak, ibâdetlerini huzuru kalb ile îfa edebilmek gayesiyle Mekke'den ayrılıp Habeş ülkesine vardılar.

Müslümanlar göç ederken, Peygamber Efendimiz her şeye rağmen Mekke'den ayrılmadı. Müşriklerin eziyet ve işkencelerine göğüs germeye devam etti. Cenâbı Hakk'ın hıfz ve inayeti altında kutsî ve ulvî hizmetini sürdürdü.292

KUREYŞÜLER, MUHACİRLERİN PEŞİNDE!

Kureyş müşrikleri, Müslümanların ard arda Habeş ülkesine hicret etmelerinden telâşa kapıldılar! Gurbet diyarında da garib Müslümanların peşini bırakmak niyetinde değillerdi. İslâmiyetin bu gibi ülkelerde de yayılması ve artık karşısına çıkılmayacak bir kuvvet hâline gelmesi endişesini taşıyorlardı. Zîra, Müslümanlar, Habeş Hükümdarından himaye gördükleri takdirde Arabistan'ın İslâm sinesine koşması daha da kolaylaşabilirdi! Böylece, İslâm'ın önüne çekmek istedikleri sedleri de yerle bir olacaktı!

Bu duruma tahammül edemeyen Kureyşli müşrikler aralarında konuştular. Sonunda, elçiler gönderip, hicret eden Müslümanları Habeş Hükümdarından geri istemeye karar verdiler.293

Elçi olarak Amr b. Âs ve Abdullah b. Ebî Rabia'yı vazifelendirdiler. Plânları şu idi:

Başta Necâşî olmak üzere ülkenin diğer ileri gelenlerinin hepsine kıymetli hediyeler götürülecek. Önce hükümet adamlarına hediyeleri verilecek ve arzuları arzedilecek. Sonra da hükümdara hediyesi takdim edilecek.

Bu plânı tatbik etmelerindeki maksatları ise şu idi:

Devlet erkânının kendilerini desteklemeleri, Habeş Necâşîsinin mülteci Müslümanlarla görüşmesine fırsat ve imkân verilmeden arzularını yerine getirmelerini kolayca sağlamaları.

Habeş ülkesine varan elçiler, aynı plânı tatbik ettiler.

Devlet adamlarına kıymetli hediyeleri takdim ederek maksatlarını şöylece arzettiler:

"Bizden bazı aklı ermez gençler, atalarının yolundan ayrıldılar. Sizin dininize girmedikleri gibi, yepyeni bir dinle ortaya çıktılar. Şu anda hükümdarınıza sığınmış bulunmaktadırlar. Biz onları geri istemek üzere kavmimiz tarafından gönderildik. Hükümdara bu arzumuzu ilettiğimiz zaman, bu hususta bize yardımcı olun ve ona Müslümanlarla görüşme fırsatını tanımayın. Onların teslimi hususunda bizi destekleyin ve deyin ki: 'Bunlar elbette kendilerinden olanları daha iyi tanır ve bilirler. Kusurlarını da başkalarından daha iyi görürler.'"

Saray adamları kıymetli hediyelere aldandılar ve kendilerini destekleyeceklerine dair söz verdiler.

Elçiler, bu sefer hükümdarın huzuruna çıktılar ve arzularını şöyle dile getirdiler:

"Ey Hükümdar!.. Aramızdan çıkıp işlerimizi bozan bu adamlar, şimdi de buraya senin dinini, ülkeni ve halkını bozmak için gelmişlerdir. Seni bu hususta îkaz etmeye geldik. Bunlar Meyrem oğlu İsa'yı ilâh tanımazlar. Senin huzuruna girince secdeye varmazlar. Sen, onları bize iade et, biz onların hakkından geliriz."294

Görüldüğü gibi, elçiler isteklerini gayet kurnazca ifade ediyorlardı. Hükümdarın Hıristiyan olduğunu bildikleri için, o noktadan da kendisini kazanmak istiyor ve "Onlar, Meryem oğlu İsa'yı ilâh olarak tanımazlar." diyerek mülteci Müslümanlar hakkında hiddete gelmesini istiyorlardı.

Önceden ayarlanan saray adamları da elçilerin söylediklerini tasdik ettiler. "Ey Hükümdar!.." dediler, "Bunlar doğru söylüyorlar. Elbette onları başkalarından daha iyi bilir ve tanırlar; hangi kusurlarının olduğunu da daha iyi görürler. Onları kendilerine teslim edelim! Yurtlarına, kavimlerine geri götürsünler."

Elçiler, isteklerine "evet" denileceğini ümitle beklerken, Necâşî hiddetli hiddetli, "Vallahi, hayır." dedi, "Çaresiz kalmış, yurduma gelip yerleşmiş, beni başkalarına tercih etmiş kimseleri, ben hiçbir kimseye teslim etmem! Onlarla görüşmeden, onların fikirlerini almadan hiçbir zaman kararımı vermem! Eğer, iş bunların (elçilerin) dedikleri gibiyse, onları kendilerine teslim eder, kavimlerine geri çeviririm. Şayet iş bunun aksi olursa, kendilerini korur, en güzel şekilde görür gözetirim."29S

Daha sonra Necâşî, Müslümanların yanına gelmesi için dâvetçi gönderdi. Muhacirler, aralarında Hz. Cafer'i kendilerine temsilci seçtiler ve hep beraber saraya gittiler.

İçeride Kureyş elçileriyle birlikte Necâşînin çağırttığı râhibler de vardı.

Hz. Cafer, Necâşî'nin huzuruna girince, selâm verdi, fakat secde etmedi.

Saray adamları, Hz. Cafer'e, "Sen ne diye hükümdara secde etmedin?" diye sorunca şu cevabı verdi:

"Biz ancak Allah'a secde ederiz!" Tekrar, "Niçin?" diye sordular.

"Çünkü," dedi, "Allah bize resulünü gönderdi. O da Allah'tan başkasına secde etmemizi men'etti."

Bunun üzerine elçiler, "Ey Hükümdar!.. Biz, bunların hâlini sana bildirmemiş miydik?" dediler.

Necâşî, Müslümanlara, "Siz ülkeme niçin geldiniz? Hâliniz nedir? Tüccar değilsiniz, bir istediğiniz de yok. O hâlde, bana, benim memleketime niçin geldiniz? Sizin şu ortaya çıkmış olan Peygamberinizin hâli nedir? Hem bana söyleyiniz: Ne diye, memleketiniz halkından bana gelenlerin selâm verdikleri gibi selâm vermiyorsunuz?" diye sordu.

Hz. Cafer, bu soruları cevaplandırmaya geçmeden, "Ey Hükümdar!.." dedi, "Ben üç söz söyleyeceğim. Eğer doğru söylersem beni tasdik edin, yalan söylersem yalanlayın! İlk önce emret ki şu adamlardan (elçilerden) sâdece biri konuşsun, öbürü sussun!"

Elçilerden Amr b. As, konuşacağını söyledi. Bunun üzerine Hz. Cafer, Necâşîye hitaben, "Söyle şu adama:" dedi, "Biz, tutulup efendilerimize iade edilecek köleler miyiz?"

Necâşî, "Ey Amr!.." dedi, "Onlar köle midirler?" Amr, "Hayır..." dedi, "Onlar şerefli ve hürdürler!"

Bu sefer Hz. Cafer, Necâşîye, "Sor şu adama:" dedi, "Biz, haksız yere birinin kanını mı döktük ki kanı dökülenlere geri verileceğiz?"

Necâşî, "Ey Amr!.." dedi, "Bunlar haksız yere har hangi birinizin kanını mı döktüler?"

Amr, "Hayır..." dedi, "Onlar, bir damla kan bile dökmediler."

"Hz. Cafer, yine Necâşîye, "Sor şu adama:" dedi, "Halkın mallarından haksız yere aldığımız, üzerimizde ödemekle mükellef bulunduğumuz mallar mı var?"

Necâşî, "Ey Amr!.." dedi, "Eğer şu adamcağızların, ödeyecekleri bir kantar altın borçlan varsa, onu ben ödeyeceğim."

Amr, "Hayır!.." dedi, "Onların bir kırat borçları bile yok!"

Bunun üzerine Necâşî, "O hâlde, siz bu adamlardan ne istiyorsunuz?" dedi.

Amr, "Onlar ve biz bir dinde idik. Onlar, dinimizi bıraktılar. Muhammed'e ve dinine tâbi oldular!" diye cevap verdi.

Bu sefer, Necâşî, Hz. Cafer'e döndü ve, "Siz sâlik bulunduğunuz şeyi ne diye bırakıp başkasına tâbi oldunuz? Kavminizin dininden ayrıldığınıza, ne benim dinimde ne de şu milletlerden herhangi birisinin dininde olmadığınıza göre sizin edindiğiniz bu din, ne dindir?" diye sordu.

Hz. Cafer meseleyi baştan almanın daha uygun olacağını düşünerek, "Ey Hükümdar!.." dedi, "Biz Câhiliyyet üzere olan bir millet idik. Putlara tapar, İaşeler yerdik. Akla gelebilecek her türlü kötülüğü işlerdik. Hısım ve akrabalarımızla ilgimizi keser, komşularımıza kötülükte bulunur, zaîfleri ezerdik. Bizler bu hâl üzere iken, Allah, içimizden birini bize peygaber gönderdi. Nesebini, asaletini, doğruluk ve eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz bir peygamber!.. O, bizi Allah'ın varlık ve birliğine inanmaya, O'na ibâdete bizim ve atalarımızın Allah'tan başka tapınageldiğimiz putları ve taşları terketmeye davet etti. Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, akrabalık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten bizi menetti. Biz de ona îman ettik ve dâvasını tasdik ettik. Onun Allah'tan getirip bildirdiği şeylere tâbi olduk. Bu yüzden kavmimiz bize düşman kesildi, zulmetti. Bizi dinimizden vazgeçirmek, Allah'a ibâdetten alıkoyup putlara taptırmak için türlü türlü işkencelere ve mihnetlere uğrattılar. Biz de bütün bu sebeplerden dolayı yurdumuzu, yuvamızı terkederek ülkene geldik. Sana sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ümit etmekteyiz."296

Hz. Cafer, hükümdarın selâm verme ve secde etmeme hususundaki sorusuna da şöyle cevap verdi:

"Selâm verme meselesine gelince... Biz, seni, Resûlullah'ın selâmıyla selâmladık. Biz birbirimizi hep böyle selâmlarız. Cennet'e gireceklerin selamlaşmalarının da bu şekilde olacağını Peygamberimizden öğrendik. Bu yüzden seni böyle selâmladık. Secde etme hususuna gelince... Biz, Allah'tan başkasına secde etmekten yine Allah'a sığınırız!"297

Hz. Cafer'in bu sözleri, Necâşînin üzerinde derin tesir icra etti. Müşrikler ise, durdukları yerde sus pus kesildiler.

Necâşî, bir müddet düşündükten sonra Hz. Cafer'e, "Yanında bu bahsettiklerinden bir şey var mı?" diye sordu.

Hz. Cafer, "Evet, var." dedi ve Meryem Sûresinin baş taraflarını okudu: "Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd... Bu, sana okuyacağımız âyetler, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya olan rahmetini bir zikirdir. O, Rabbine gizli yalvardığı zaman, şöyle demişti: 'Ey Rabbim!.. Doğrusu ben (öyle bir kimseyim ki), kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başımın saçı bembeyaz alev gibi tutuştu. Sana dua emekle ey Rabbirn, hiçbir zaman mahrum olmadım."298

Sonraki âyetlerde, Hz. Meryem'in İsa'ya (a.s.) nasıl hâmile kaldığı, Hz. İsa'nın dünyaya nasıl geldiği, bir mucize olarak beşikte nasıl konuştuğu ve sonra da Allah tarafından peygamber olarak gönderildiği anlatılıyordu.

Okunan âyetler, Neeâşînin ruh dünyasına, gözlerinden yaşlar akıtacak kadar tesir etti; hattâ, akan yaşlar sakalını bile ıslattı. Hazır bulunan râhibler de gözyaşlarını tutamadılar.

Kur'ânı Kerîm'in manevî cazibesine kapılan iç âlemi bir nebze teskin olduktan sonra Necâşî, "Vallahi," dedi, "bu, aynı kandilden fışkıran bir nurdur ki, Musa da, İsa da onunla gelmişti!"2"

Bu haklı itirafından sonra da müşrik elçilere dönerek, "Vallahi, ben ne onları size teslim ederim, ne de onlar hakkında herhangi bir kötülük düşünürüm!"100 dedi.

Necâşînin bu beklenmedik kararı karşısında, elçilerin, boyunlarını bükerek sarayı terketmelerinden başka çâreleri kalmadı.

Buna rağmen elçiler, bilhassa Arablann siyaset dâhisi kabul ettikleri Amr b. As, bu işin peşini bırakmayacağını söyledi ve yeni bir taktik uygulamaya karar verdi.Ertesi gün tekrar Necâşînin huzuruna çıkarak, Müslümanların Hz. İsa hakkında çok garib şeyler söylediklerini anlattı.

Hükümdar, yine Müslümanlarla konuşmayı uygun buldu ve onları yanına çağırttı. Temsilci olan Hz. Cafer'e, "Hz. İsa hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu.

Hz. Cafer şu cevabı verdi:

"Biz, Hz. İsa hakkında, Peygamberimizin bize Allah'tan getirip bildirdiğini söyleriz: 'O, Allah'ın kulu, Resulü ve Allah'ın (şâir ruhlar gibi yarattığı ve) gönderdiği bir ruhtur. O, dünyadan ve erkekten vazgeçen iffetli bir kız olan Meryem'e ilka edilmiş olan Allah'ın bir kelimesidir (Yâni, Cenâbı Hakk'ın [Kün] emriyle babasız dünyaya gelmiştir).' Meryem oğlu İsa'nın hâli ve sânı bundan ibarettir."301

Müslümanların Hz. İsa hakkındaki bu kanaatleri Necâşîyi oldukça sevindirdi. Eline bir çubuk aldı ve yere bir çizgi çizerek, "Bizimle sizin aranızda bu hususta şu çizgi kadarcık bir fark var. Zâten biz de, onu, sizin söylediğinizden başka bir şekilde telâkki etmiyoruz." dedi.302

Elçiler, Necâşînin himayeden vazgeçmesini beklerken bu himayesini daha da güçlendirdiğini görünce, bir kere daha hayâl kırıklığına uğradılar!

Necâşî, Müslümanlara da, "Sizi ve yanından geldiğiniz zâtı tebrik ederim ki, o, Allah'ın Resulüdür. Zâten biz, onun vasıflarını kitabımız olan İncil'de okumuştuk. O peygamberi, Meryem oğlu İsa da insanlığa müjdelemişti. Allah'a yemin olsun ki, eğer o, ülkemde bulunmuş olsaydı, ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım!"303 dedi.Hak ve hakikati görüp idrak eden Necâşî, Peygamberimizin risâletini tasdik eden sözlerinden sonra, bundan böyle Müslümanlara karşı takınacağı tavrı da şu sözleriyle ifade etti:

"Gidiniz; ülkemin el sürülmemiş kısmında her tecavüzden mahfuz, emniyet ve huzur içinde yaşayınız. Size kötülük eden helak olur! (Bu sözlerini üç kere tekrarladı.) Ben sizden herhangi birinizi üzüp de bir dağ kadar altına sahip olacağımı bilsem, yine de buna teşebbüs etmem!"304

Necâşînin bu kesin ve kararlı sözlerinden sonra, elçilere elbette gerisin geri Mekke'ye dönmekten başka bir şey kalmamıştı. Hattâ, Necâşî, kendilerine getirdikleri hediyelerini bile iade etti.

Bu haberi duyan Kureyş müşrikleri, büyük bir sarsıntı geçirdiler. Korktukları, başlarına gelmiş sayılırdı!

Habeşistan'a hicret eden Müslümanlar, her ne kadar müşriklerin eziyet ve hakaretlerinden kurtulmuşlar ve dinî vazifelerini rahatlıkla yerine getirme imkânını elde etmişlerse de doğup büyüdükleri ana baba vatanından uzakta gurbet hayatı yaşıyorlardı. Bu durum haliyle kendilerini üzüyordu.

Son kafilenin hicretinden üç ay gibi kısa bir zaman sonra, Kureyş ileri gelenlerinden birkaçının Müslüman olduğu yolunda haberler aldılar. İleri gelenlerinin Müslüman olması demek, müşriklerin toptan İslâm'a teslim olması demekti.

Bu haberler üzerine, "Mekke'nin artık kendileri için bir eziyet ve hakaret diyarı olmaktan çıkmış bulunduğu" zannıyla altısı kadın 39 kişilik bir kafile, anayurtlarına dönmek üzere yola çıktılar. Ancak, Mekke'ye yaklaştıklarında bu haberin asılsız olduğunu öğrendiler. Ne var ki artık geri dönmek bir hayli zordu.

Mekke'ye girebilmek içinse, ya müşrik olan akraba ve dostlarının himayesine sığınmaları veya kimseye görünmemeleri gerekiyordu. Şehre serbestçe girmeye kalkmaları, kendilerini düşmanın insafsız ellerine teslim etmek olurdu. Bu bakımdan, muvakkat da olsa bir kısmı müşrik akraba ve dostlarının himayesine sığınmayı tercih ettiler; bir kısmı ise, himayeye lüzum görmeden, gizlice şehre girdiler.

Bu arada, Habeş ülkesine geri dönenler de oldu. Bunlar, Müslümanların Medine'ye hicretlerine kadar orada kaldılar. Sonra bir kısmı Hicret'in hemen akabinde Medine'ye gelip Müslümanlara katıldılar; bir kısmı ise, uzun müddet Habeşistan'da ikamet ettiler.

Mekke'ye yerleşenler, Medine'ye hicrete kadar buradan ayrılmadılar. Müşriklerin her türlü eziyet ve işkencelerine imanlı göğüslerini siper ederek îmanküfür mücadelesinde azimle sebat ettiler.305

|
| | |
| |
|
|
| | |
| *UYE GIRIS* |
|
|
| | |
| *BİLGİ EVİ* |
|
|
| | |
| *İSLAMİ MEDYA* |
| |
| | |
| *İSRAİL BOYKOT* |
| |
| | |
| *REKLAM ALANI* |
|
|
| | |
| *GOOGLE ARAMA* |
|
|
| | |
| *HAVA DURUMU* |
|

|
| | |
| *NAMAZ VAKİTLERİ* |
| |
| | |
| *KABE CANLI İZLE* |
| |
| | |
| | |
| |
| | |