1.gif 2.gif //hakyolunda.ucoz.com/7.gif
|
ANA SAYFA
Facebookta Paylaş
|
| |
| | |
"İnsanların hesap(görme) zamanı yaklaştı. Onlar ise hâlâ gaflet içinde, yan çizip aldırmıyorlar. " (ENBIYA/1)
| *SAAT |
|
| |
| *HAKYOLUNDA MENU
| | |
| DESTEK OLUNUZ |
|
|
| | |
| *PEYGAMBERİMİZ* |
| |
| | |
| *SİTEDE OLANLAR* |

*

TOPLAM ONLINE: 1
MISAFIR: 1
ONLINE UYELER: 0
*

| | |
| *GAZETELER * |
|

|
| | |
| *KURANI KERİM* |
| »114 Hafiz
»Al Azzawi
»Abdul Samed
» Abdulaziz Ahmad
»Ali Jaabir
»Al Juhanee
»Abdullaah Basfar
»A.Bukhaatir
»Al Shatery
»Ahmed Al Ajmi
»Ali Huzeyfi
»Al Sudais
» Fatih Collak
»ilhan Tok
»Shuraym
»Kabe imamlari
»Medine imamlari
»Minsevi Mealli
»M-Jibreel
»Mustafa ismael
»Hamdi DöNDüReN
»Al Afaasee
»Saad Al-ghamdi
»H.K.deniz Sureli
»Ali Huzeyfi Mealli
»M-Taraweeh
»S.Zayn Yaaseen
»Al Hosary
»Fares Abbad
»Aziz Alili
»Hani Rifai
»Hamad Sinan
»Sacit Onan Meal
»Al-Thobaity
»Abdullah Khayyat
»Al-Qasim
»Adel Al Kalbani
|
| | |
|

*KURAN VE BİLİM*

|
|

DİN İLE BİLİM DAİMA UYUM İÇİNDEDİR

Materyalistler, bilim karşısındaki yenilgilerini gizleyebilmek için hemen her zaman birtakım propaganda yöntemlerini devreye sokarlar. Bunların başında ise, materyalist yayın organlarının beylik konusu haline gelmiş olan "din-bilim çatışması" iddiası gelir. Bu iddiayı dile getiren kaynaklarda, dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi, cahil insanları etkilemeyi hedefleyen hikayeler anlatılır.

Oysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır.

İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur. Ancak İslam'la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Sadece Araplar değil, İranlılar, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kuran'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir.

Bilimsel çalışmaların Avrupa'ya aktarılmasında önemli bir yeri olan ve Müslüman bilim adamlarının çoğunun yetiştiği Endülüs, özellikle tıp alanında çok büyük yeniliklerin ve atılımların beşiği olmuştur. Müslüman hekimler, tek bir konuda uzmanlaşmamışlar, özellikle farmakoloji, cerrahi, göz, doğum, fizyoloji, bakteriyoloji ve hijyen gibi çok geniş sahalarda eğitim görmüşlerdir. Uzun yıllar tıbbi bitkileri inceleyerek tıp tarihi ve tıbbi bitkiler hakkında eserler vermiş olan İbn-i Cülcül (?-992) ile teşhis ve tedavi konusunda ün yapmış olan ve bugün bilinen otuza yakın eseri bulunan Endülüslü hekim Ebu Cafer İbn-i Cezzar (?-1009) tıp konusunda en bilinen bilim adamlarından ikisidir. Abdüllatif el-Bağdadi (1162-1231) anatomi konusundaki çalışmaları ile tanınmaktadır. Alt çene ve göğüs kemiği gibi vücuttaki birçok kemiğin anatomisi hakkında geçmişte yapılmış hataları düzeltmiştir. Bağdadi'nin El-İfade ve'l-İtibar adlı eseri 1788 yılında düzenlenerek, Latince, Almanca ve Fransızca'ya çevrilmiştir. Makalatün fi'l-Havas isimli eseri ise beş duyu organını incelemektedir.

Müslüman anatomistler insan kafatasında bulunan kemik sayısını doğru olarak tespit etmişler ve kulak içinde üç küçük kemikçik bulunduğunu da belirlemişlerdir. Anatomik çalışmalar yapan Müslüman bilim adamlarının başında İbn-i Sina (980-1037) gelir. Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu'da değil Batı'da da ünlenmiştir. En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb Arapça yazılmış ve 12. yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş ve okutulmuştur. Eserde birçok hastalık ve ilaç sistematik bir şekilde anlatılmıştır. Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir. El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır.

Kulları içinde ise Allah’tan ancak alim olanlar ‘İçleri titreyerek-korkar’.
Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır.
(Fatır Suresi, 28)

Allah, gerçekten Kendisi’nden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler.
Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur.
(Al-i İmran Suresi, 18)

1203-1283 tarihleri arasında yaşayan Zekeriya Kazvini ise Aristo'dan beri süregelen beyin ve kalple ilgili birçok yanlış düşünceyi çürütmüştür. Kalp ve beyinle ilgili bilgileri bugünkü bilgilerimize son derece yakındır.

Zekeriya Kazvini, Hamdullah Müstevfi el-Kazvini (1281-1350) ve İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır. Bu bilim adamları daha 13. ve 14. yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aorta tarafından taşındığını göstermiştir.

Ali bin İsa (?-1038)'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir.

Muhammed Ebu Bekir Zekeriyya Razi (865-925), Ebu Sehl Yahya el-Mesihi (969-1010), Burhaneddin Nefis (?-1438), İsmail Cürcani (?-1136), Kutbeddin Şirazi (1236-1310), Mansur bir Muhammed, Ebu'l Kasım Zehravi tıp ve anatomi bilimlerinin tarihinde önemli yerleri bulunan Müslüman bilim adamlarından bazılarıdır.

Beyruni, 11. Yüzyılda yaşayan Müslüman bir bilim adamıdır. Galilei’den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton’dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır.
Ali Kuşçu, 15. Yüzyılda Ay’ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün Ay’da bir bölgeye onun ismi verilmiştir.

Tıp ve anatomi bilimlerinin dışındaki bilim dallarında da birçok Müslüman bilim adamının çok önemli katkıları olmuştur. Örneğin 11. yüzyılda yaşayan Beyruni, Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. 15. yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir. Sabit Bin Kurra 9. yüzyılda yaşamış ve Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir. 10. yüzyılda yaşayan Battani trigonometrinin ilk kaşifidir. Kendisiyle aynı yüzyılda yaşayan Ebu'l Vefa ise trigonometriye "tanjant-cotanjant sekant-cosekant" terimlerini kazandırmıştır. Harizmi 9. yüzyılda ilk cebir kitabını yazmıştır. Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal'dan 600 yıl önce bulmuştur. 11. yüzyılda yaşayan İbn-i Heysem optik biliminin kurucusudur. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galilei onun eserlerinden faydalanarak teleskobu bulmuştur. Kindi ise Einstein'dan 1100 yıl önce izafi fizik ve izafiyet teorisini ortaya atmıştır. Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşayan Akşemseddin ilk olarak mikropların varlığını keşfetmiştir. Ali Bin Abbas 10. yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir. Aynı yüzyılda ise İbn-i Cessar cüzzamın sebep ve tedavi şekillerini açıklamıştır. Burada sadece bir kısmına yer verilen Müslüman bilim adamları, modern bilimin temelini oluşturacak önemli keşiflerde bulunmuşlardır.

Batı medeniyetine baktığımızda, çağdaş bilimin doğuşunun yine Allah inancı üzerine kurulu olduğunu görürüz. "Bilimsel devrim çağı" olarak bilinen 17. yüzyıl, Allah'ın yarattığı evreni ve doğayı keşfetme niyetiyle araştırma yapan bilim adamları ile doludur. Bu dönemde İngiltere, Fransa gibi ülkelerde kurulan tüm bilim enstitüleri, "Allah'ın kanunlarını keşfederek O'nu tanımak" hedefini benimsemiştir. Aynı eğilim 18. yüzyılda da devam etmiştir. Newton, Kepler, Copernicus, Bacon, Galilei, Pascal, Boyle, Paley, Cuvier gibi isimler, bilim dünyasına önemli katkıları bulunan ve aynı zamanda Allah'a olan imanları ile tanınan bilim adamlarından sadece birkaçıdır. (Detaylı bilgi için bkz. İman Eden Bilim Adamları bölümü)

Bu bilim adamları Allah'a inanan, dahası bu inançtan gelen şevkle bilim yapan kişilerdir. Bu gerçeğin göstergelerinden biri, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de düzenlenen ve "Bridgewater Treatises" olarak anılan bir dizi bilimsel yapıttır. Çok sayıda bilim adamı farklı bilim dallarında araştırma yapmış ve vardıkları sonuçları "Allah'ın evrende ve doğada yarattığı ahenk ve uyumun delilleri" olarak tanımlamışlardır. Bu bilim adamlarının kullandıkları yöntem de, "Allah'ı doğayla tanıma" anlamına gelen "Natural Theology" (Doğal İlahiyat) kavramıyla ifade edilmiştir.

Bridgewater Treatises'in öncüsü, devrin ünlü bilim adamı William Paley tarafından 1802 yılında yayınlanan Natural Theology: or, Evidences of the Existence and Attributes of the Deity, Collected from the Appearances of Nature (Doğal İlahiyat, ya da, Doğadaki Görünümlerden Yola Çıkarak, Allah'ın Varlığının ve Delillerinin İspatları) adlı kitaptır. Paley bu kitapta çok kapsamlı bir anatomi bilgisi sergilemiş ve canlı bedenlerindeki "tasarım"lara örnekler vermiştir.

Daha sonra Paley'in yapıtı örnek alınarak, Kraliyet Derneği'nin çatısı altında bir açıklama yapılmıştır. Açıklamada, bilim adamlarından aşağıdaki konularda araştırma yapmaları istenmiştir:

Allah'ın Kudreti, Aklı ve Güzelliği hakkında, O'nun yaratışını sergileyen tüm deliller ve akılcı açıklamalar. Örneğin, hayvanlar, bitkiler ya da madenler arasında Allah'ın yarattıklarının çeşitliliği ve oluşumları; sindirimin ve (yemekleri) dönüştürmenin detayları; insanın yaptığı tasarım örnekleri ve diğer her türlü akılcı argüman; eski ve modern bilim ve sanat dalları ve tüm edebiyat...

Allah'ın varlığının ispatlarını ortaya koymak için yapılan bu çağrıya pek çok bilim adamı karşılık vermiş ve birbiri ardına çok önemli bilimsel eserler yayınlanmıştır. Bridgewater Treatises bünyesinde yayınlanan bu eserler ve yazarları sırasıyla şöyledir:

  • Doğanın, İnsanın Ahlaki ve Entelektüel Yapısına Olan Uyumu (Thomas Chalmers)
  • Kimya ve Meteoroloji (William Prout)
  • Hayvanların İçgüdüleri, Alışkanlıkları ve Geçmişleri (William Kirby)
  • İnsan Eli; Bir Tasarım Örneği (Sir Charles Bell)
  • Jeoloji ve Madencilik (Dean Buckland)
  • Doğanın, İnsanın Fiziksel Yapısına Olan Uyumu (J. Kidd)
  • Astronomi ve Genel Fizik (William Whewell)
  • Hayvan ve Bitki Fizyolojisi (P. M. Roget)

Bridgewater Treatises, din ile bilim arasındaki uyumu gösteren pek çok örnekten biridir. Bu eserlerin öncesinde ve sonrasında yapılmış olan daha pek çok bilimsel çalışmanın amacı, Allah'ın yarattığı evreni tanımak ve bu yolla O'nun yüceliğini kavramak olmuştur.

Bilim dünyasının bu rotadan sapması ise, materyalist felsefenin birtakım sosyal ve siyasi şartlar sonucunda 19. yüzyıl Batı kültürüne hakim olmasının bir sonucudur. Bu süreç Darwin'in evrim teorisi ile en açık ifadesini bulmuş ve bilim ile dini, daha önceki durumun tam tersine, birbirine ters iki bilgi kaynağı gibi göstermeye başlamıştır.

İngiliz araştırmacılar Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln, bu konuda şu yorumu yaparlar:

Darwin'den bir buçuk yıl önce, bilim dinden ayrı değildi; aksine onun bir parçasıydı ve nihai amacı ona hizmet etmekti... Ama Darwin'in zamanındaki bilim, o zamana dek taşımakta olduğu bu anlamdan koparıldı ve kendisini dine karşı mutlak bir rakip ve alternatif bir anlam olarak tanımladı. Artık insanlık, bu ikisi arasında bir seçim yapmaya zorlanacaktı.40

Ancak günümüzde din ile bilim arasına sokulmak istenen bu zoraki ayrılık, bizzat bilimin kendi bulguları tarafından yalanlanmaktadır. Din bizlere evrenin yoktan yaratıldığını öğretmekte, bilim ise bu gerçeğin kanıtlarını bulmaktadır. Din bize canlıların Allah tarafından yaratıldığını öğretmekte, bilim ise canlılıkta ortaya çıkardığı tasarımla bu gerçeğin delillerini ortaya koymaktadır. Michael Denton, Nature's Destiny adlı kitabının sonunda, "bir zamanlar ateizmin ve kuşkuculuğun en büyük müttefiki sayılan bilim, nihayet ikinci bin yılı bitirmekte olduğumuz şu dönemde, bir zamanlar Newton'ın ve onun taraftarlarının istemiş oldukları gibi, antroposentrik inancın en büyük savunucusu haline gelmiştir" demektedir.41 Antroposentrik inanç, dünyanın Allah tarafından insan için yaratılmış olduğu inancıdır.

Bilimin ortaya koyduğu bu sonuç, giderek daha fazla bilim adamının Allah'a samimi bir biçimde inanmasını sağlamaktadır. Ünlü biyokimyacı Michael Behe "Yaratıcı'ya veya doğanın ötesinde bir gerçekliğin varlığına inanan bilim adamları popüler medya hikayelerinin anlattığından çok daha fazla sayıdadır; genel nüfusun % 90'ını oluşturan inançlıların, bilim adamları arasında farklı olduğunu düşündürecek bir neden yoktur"42 derken bu gerçeği ifade eder.

Bilimin vardığı bu sonuç karşısında, materyalistlerin tek yaptıkları şey ise, birtakım baskı mekanizmalarını devreye sokarak bilim dünyasını sindirmeye çalışmaktır. Batılı ülkelerde bir bilim adamının yükselebilmesi, doçent, profesör gibi ünvanlara ulaşabilmesi, bilimsel dergilerde yazılarını yayınlatabilmesi için bazı standartlara uyması gerekir. Evrim teorisini kayıtsız şartsız kabul etmek, bir numaralı standarttır. Bu nedenle bazı bilim adamları da, gerçekte hiçbir şekilde inanmadıkları Darwinist masalları kabul etmekte ve yaratılışın delillerini göz ardı etmektedir. Scientific American dergisinin Eylül 1999 sayısında, Scientists and Religion in America (Amerika'da Bilim adamları ve Din) başlıklı yazıda, Washington Üniversitesi sosyologlarından Rodney Stark, bilim adamlarının üzerinde kurulan bu baskıyı şöyle açıklamıştır:

200 yıldır 'eğer bilim adamı olmak istiyorsan, zihninin tüm dini zincirlerden arınması gerekir' fikri pazarlandı... Üniversitelerde dindar olan kimseler susuyorlar. Ve dinsiz olanlara ayrıcalık tanınıyor. Üst kademelerde dinsizliği ödüllendirme sistemi var.43

Materyalistlerin, dine karşı yürüttükleri bu sistemli mücadelenin bir diğer örneği de, başta belirtmiş olduğumuz propaganda yöntemleridir. "Din bilimle çatışır" ya da "Bilim materyalist olmak zorundadır" gibi iddialar, bu propagandanın temel unsurlarıdır. Şimdi bu iddiaların neden hiçbir mantıklı ve tutarlı yönleri olmadığını inceleyelim.


ORTAÇAĞ KİLİSESİ'NİN BİLİM ADAMLARINA KARŞI TAVRI


Ortaçağı Kilisesi Hz. İsa’nın bildirdiği vahiyden uzaklaşmış ve din dışı bazı uygulamalar yürütmüştür. Galilei gibi bazı dindar bilim adamları bile kilisenin katı tutumu ile karşı karşıya kalmışlardır. Yandaki resimde Galilei’nin Engizisyon karşısındaki savunması canlandırılmıştır.

Din karşıtı çevrelerce, Ortaçağ Kilisesi'nin hatalı uygulamaları ve tutumu sıkça dine karşı bir silah gibi kullanılır. Kilisenin Avrupa'yı gerilettiği ve sefalet yaşattığı söylenir. Bu çabaların ardında yatan neden ise, Ortaçağ Kilisesi'nin dinle bağdaştırılması ve dolayısıyla insanlara "eğer din gelirse Ortaçağ'ın karanlıklarına gömülürüz" mesajının verilmesidir. Oysa gerçek din, Ortaçağ Kilisesi'nin uygulamaları ve tutumu değildir.

Ortaçağ Kilisesi Hz. İsa'nın bildirdiği vahiyden uzaklaşmış ve din dışı bazı uygulamalar yürütmüştür. Özellikle ruhban sınıfının elinde ve bazı çevrelerin çıkarları doğrultusunda, ilahi kaynaktan tamamen uzaklaşarak idare edilen Kilise'nin uygulamalarından kuşkusuz bilim de zarar görmüştür. Ancak bu tarihsel gerçek, elbette ki İslam dinine mal edilemez. Çünkü İslam, Ortaçağ Kilisesi gibi ruhban sınıfının hurafelerine değil, sadece ve sadece Allah'ın sözü olan Kuran'a dayanır.

Ortaçağ Kilisesi'nin tutuculuğunun dindarlıkla bir ilgisi olmadığının ilginç bir göstergesi ise, bu kilise tarafından baskı altına alınan Galilei gibi bilim adamlarının da gerçekte son derece dindar kimseler oluşudur. (Kitabın ikinci bölümünde bu bilim adamlarının inançları ile ilgili daha detaylı bilgi verilecektir.) Bu örnek de bir kez daha sergilemektedir ki, skolastik düşüncenin bilim üzerinde uyguladığı baskı, dindarlığın değil, dinin çarpıtılmasının bir sonucudur.


İNCİL VE TEVRAT'A DAYANAN ELEŞTİRİLER

Ülkemizdeki materyalistler, din ve bilimi karşı karşıya getirmek istediklerinde, Ortaçağ Kilisesi'nin uygulamalarını örnek vermenin yanı sıra, Tevrat'tan veya İncil'den bir cümle alıp, o cümlenin bilimsel bulgularla nasıl çatıştığını da örnek olarak göstermektedirler. Ancak göz ardı ettikleri veya görmezlikten geldikleri bir gerçek vardır: Tevrat ve İncil tahrif edilmiş kitaplardır. Her ikisine de insan eliyle yazılmış birçok hurafe eklenmiştir. Dolayısıyla bu kitapları din konusunda kaynak almak son derece yanlış olur.

Oysa Kuran, Allah'ın vahyidir ve hiçbir bozulmaya uğramamış, tek bir harfi bile değiştirilmemiştir. Bu nedenle Kuran'da en ufak bir çelişki veya hata yoktur. Kuran'da verilen bilgiler de bilimin bulguları ile paraleldir. Hatta, henüz yüzyılımızda bulunabilmiş olan birçok bilimsel gerçek günümüzden 1400 sene öncesinde Kuran'da insanlara haber verilmiştir. Bu, Kuran'ın önemli bir mucizesidir ve Allah'ın vahyi olduğunun kesin delillerinden biridir. (İlerleyen bölümlerde Kuran'da bildirilmiş olan bilimsel gerçeklerin bazılarından söz edilecektir.)

Aslında materyalist çevreler de bu gerçeğin farkında olacaklar ki, dine karşı görüş bildirirken hiçbir zaman Kuran'dan ayet gösterememekte, her defasında İncil veya Tevrat'tan aldıkları cümleleri kullanmaktadırlar.


"BİLİM MATERYALİST OLMAK ZORUNDADIR" İDDİASI

Materyalistlerin bir diğer propaganda malzemesi, "Bilim sadece maddeyi inceler, dolayısıyla materyalist olmak zorundadır" şeklindeki basmakalıp bir iddiadır.

Bu, aslında biraz düşünen bir insanın hemen fark edebileceği bir kelime oyunundan başka bir şey değildir. Bilimin sadece maddeyi incelediği doğrudur, ancak bu, bilimin materyalist olması gerektiği anlamına gelmez. Çünkü "maddeyi incelemek" ile "materyalist olmak" çok farklı şeylerdir.

Maddeyi incelediğimizde, bu maddede, maddenin kendisi tarafından meydana getirilemeyecek kadar büyük bir bilgi ve tasarım olduğu sonucuna varırız. Bu bilgi ve tasarımın, kendisini hiç görmesek de, bilinçli olarak meydana getirildiğini anlayabiliriz. Örneğin bizden önce bir insanın girip girmediğinden emin olmadığımız bir mağara düşünelim. Bu mağaraya girdiğimizde eğer mağaranın duvarlarında çok büyük bir ustalıkla çizilmiş, göz kamaştırıcı resimler varsa, o halde "Bizden önce burada akıllı bir varlık bulunmuş, burada eserler meydana getirmiş" diye düşünürüz. O akıllı varlığı hiç görmeyebiliriz, ama varlığını eserlerinden anlarız.

Bilim de işte bu yöntemle doğayı incelemektedir. Ve doğada asla maddesel etkenlerle açıklanamayacak bir düzen olduğunu, ancak madde-ötesi üstün bir Akıl tarafından var edilmiş olabilecek bir tasarım bulunduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bir başka deyişle, maddesel dünyanın her tarafında Allah'ın yaratışının ve hakimiyetinin açık delillerini bulmaktadır.


MATERYALİSTLERİN TUTUCU VE BAĞNAZ YAKLAŞIMLARI


Mağaraya girdiğimizde eğer mağaranın duvarlarında çok büyük bir ustalıkla çizilmiş, göz kamaştırıcı resimler varsa, o halde "Bizden önce burada akıllı bir varlık bulunmuş, burada eserler meydana getirmiş" diye düşünürüz. O akıllı varlığı hiç görmeyebiliriz, ama varlığını eserlerinden anlarız.

Elbette ki her görüş sahibi, kendi görüşünün bilimsel gerçekler tarafından doğrulanıp doğrulanmadığını denemekte, bununla ilgili bilimsel araştırmalar yapmakta özgürdür. Örneğin bir insan ortaya çıkıp dünyanın düz olduğunu iddia edebilir ve bu konuda araştırma yapabilir. Ancak önemli olan bu kişinin karşılaştığı bilimsel sonuçları nasıl değerlendireceğidir. Bilimsel verileri tarafsız olarak değerlendiren bir bilim adamı, araştırmaları sonucunda dünyanın düz olduğunu destekleyen bir delil bulamayacak, aksine dünyanın yuvarlak olduğu ile ilgili sayısız delille karşılaşacaktır. Bu durumda bu kişinin yapması gereken, ön yargısız bir şekilde, gerçek neyse ona yönelmek ve baştaki iddiasından vazgeçmek olmalıdır.

Aynı durum materyalizm için de geçerlidir. Bilim maddenin mutlak bir varlık olmadığını, bir başlangıcının olduğunu kanıtlamıştır. Dahası, maddede olağanüstü bir tasarım bulunduğunu göstermiştir. Dolayısıyla maddeyi inceleyen materyalist bilim adamları, teorilerinin doğru olmadığını, gerçeğin inandıklarının tam aksi yönünde olduğunu görmüşlerdir.

Ancak ne ilginçtir ki, söz konusu kişiler, materyalizme körü körüne bir bağlılık göstermekte ve bu "inançtan" asla ayrılmama konusunda şaşırtıcı bir inat sergilemektedirler. Ünlü bir evrimci ve materyalist olan Harvard Üniversitesi genetik profesörü Richard Lewontin, bu bağnaz materyalist tutumunu şöyle itiraf eder:

Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizmle olan a priori bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, ilahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.44

Lewontin tüm materyalistlerin bakış açısını açıkça dile getirmektedir. Bu ifadelerinde de belirttiği gibi materyalistler önce materyalist ideolojiyi benimser ve sonra bu ideolojiyi besleyecek bilgileri ararlar. Yani materyalizm, bilimsel araştırmalarla vardıkları bir sonuç değil, bilime kabul ettirmeye çalıştıkları bir ön yargıdır.

Aynı durumu bir başka evrimcinin bakış açısında da görmek mümkündür. Ünlü evrimci Robert Shapiro'nun Origins: A Skeptic's Guide to Creation of Life on Earth (Kökenler: Bir Şüphecinin Dünyada Hayatın Yaratılışı ile İlgili Kılavuzu) isimli kitabında, evrim teorisine olan sadakatini ifade eden sözleri şöyledir:

Gelecekte bir gün bütün mantıklı kimyasal deneyler hayatın muhtemel kökeninin tamamıyla hatalı olduğunu gösterebilir. Dahası, yeni jeolojik kanıtlar dünya üzerinde ani bir hayat oluşumunu gösterebilir. Son olarak tüm kainatı keşfedip başka bir yerde bir hayat izine veya hayata neden olabilecek bir sürece rastlamayabiliriz. Böyle bir durumda birtakım bilim adamları cevap için dine başvurabilirler. Ancak benim de dahil olduğum diğerleri, elde olan daha az muhtemel bilimsel açıklamaları kalanlardan daha mümkün olan bir tanesini seçebilmek amacıyla ayıklamaya çalışacaklardır. 45

Her varlık Allah tarafından büyük bir uyum ve kusursuz bir tasarımla yaratılmıştır. Sadece bir baykuşun tüylerindeki tasarımı inceleyen veya geceleri yaptığı usta uçuşlarını izleyen akıl ve vicdan sahibi bir insan Allah'ın sonsuz gücünü ve sonsuz ilmini görerek takdir edebilecektir.

Shapiro'nun "bilimsel bir açıklama aramaya devam ederiz" derken kast ettiği şey, gerçekte "materyalist bir açıklama"dır. Materyalizme olan bu körü körüne bağlılık, Shapiro'yu ve onun gibi binlercesini fanatikçe bir inkara sürüklemektedir. Aslında söylemek istedikleri şey, "Her ne delil görürsek görelim, Allah'a inanmayacağız" cümlesidir.

İlginçtir, bu hastalık sadece çağımızdaki materyalistlere özgü değildir. Allah, kendilerini inkar için şartlandırmış olan bu gibi insanlar hakkında Kuran'da önemli bilgiler verir. Örneğin, kendilerine gösterdiği pek çok mucize karşısında Hz. Musa'ya "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" diyen Mısırlılar (Araf Suresi, 132), çağdaş materyalistlerle aynı karaktere sahiptirler. Allah, başka ayetlerinde bu gibi insanlardan şöyle söz etmektedir:

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkar etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (Enam Suresi, 25)

Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? (Enam Suresi, 109)

Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkar etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek:
"Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler.
(Enam Suresi, 25)


SONUÇ

Din, insanlara evrenin ve canlılığın varoluşu ile ilgili en doğru bilgiyi veren ana kaynaktır. Ancak "din" dediğimizde esas alınması gereken tek kaynak "Kuran"dır. Çünkü diğer dinlere ait Kutsal Kitaplar bozulmaya uğramışlar ve İlahi Kitap olma özelliklerini yitirmişlerdir.

Ancak Kuran tamamen Allah'ın sözüdür ve içinde hiçbir çelişki bulunmamaktadır. O, Allah'ın kullarına yol gösterici olarak indirdiği Kitabı'dır. Allah, "Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz." (Hicr Suresi, 9) ayetiyle Kuran'ın hak kitap olduğunu ve korunduğunu bildirmiştir. Bu yüzden bilim, Kuran'ın gösterdiği yolda, onun yönlendirmesiyle hareket ederse, Allah'ın emrettiği yola uyduğu için son derece hızlı ilerleyebilir. Dinin gösterdiği yolun aksi izlendiğinde ise bilim adamlarının, hem zamanı, hem de maddi imkanları israf olmakta, bilimin ilerleme hızı kesilmektedir.

Her konuda olduğu gibi bilimsel alanda da uyulması gereken doğru yol, Allah'ın Kuran'da buyurduğu "yol"dur. Allah'ın bildirdiği gibi "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9)

Dediler ki: "Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın"
(Bakara Suresi, 32)


... Sen yücesin, bize öğrettiğinden

başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen,

hüküm ve hikmet sahibi olansın.

(Bakara Suresi, 32)

|
| | |
| |
|
|
| | |
| *UYE GIRIS* |
|
|
| | |
| *BİLGİ EVİ* |
|
|
| | |
| *İSLAMİ MEDYA* |
| |
| | |
| *İSRAİL BOYKOT* |
| |
| | |
| *REKLAM ALANI* |
|
|
| | |
| *GOOGLE ARAMA* |
|
|
| | |
| *HAVA DURUMU* |
|

|
| | |
| *NAMAZ VAKİTLERİ* |
| |
| | |
| *KABE CANLI İZLE* |
| |
| | |
| | |
| |
| | |